25 Eyl 2007

Buğday Çuvalı Üstünde

Çocukluğum bir memur çocuğu olarak Bulanık'ta geçti. Yaz aylarında sıkça amcamların oturduğu köye giderdik. Sanırım ben orta birdeyken, amcamın oğluyla birlikte (benden bir yaş küçüktü) buğday çuvalları yüklü bir öküz arabasını ilçeye, değirmene götürmemizi istemişti amcam. Bu sorumlu görevin bize verilmesinden dolayı çok mutluyduk.
Amcamlar akşamdan çuvalları arabaya yüklediler. Arabaya öküz arabası deniyor ama, amcamın mandaları olduğu için, iki tane manda çektiği bir araba. Biz de akşamdan büyük bir heyecanla hazırlıklarımızı yaptık. Güneş doğmadan yaklaşık iki saat önce yola çıkılacak, yol toplam üç saat filan. Bir paket Bitlis sigaramız var, ateşimiz yok, evden bir kibrit aşırıp onu da hazır ettik. Gece heyecandan ancak bir kuş uykusu uyuyabildim.
Sabahleyin (sabah denirse) uyandırdılar. Amcam mandaları koşma işini filan yapmış. Arabaya, birer çuvalın üstüne kurulduk, kıl çuvallar tıka basa dolu. Arabanın kontrolü amcaoğlunda, köyü biraz çıkınca hemen cığaralarımızı yaktık. Araba ilçenin yoluna girdi, mandalar belli bir ritm tutturdular, bir şey yapmaya gerek yok, dümdüz toprak bir yol zaten, kendiliklerinden gidiyorlar.
Sigarayı üst üste yakıyoruz, bitmesi gerekiyor çünkü, biraz da üşüyoruz. Ceketime sarılıyorum, biraz daha rahat bir oturma pozisyonu almaya çalışıyorum. Kızgın güneş kendini gösterdiğinde uyanıyorum. ilçe uzaktan görünüyor. Amcaoğlu da uyanıyor. Bulunduğum yerde alçaldığımı farkediyorum. Eyvah! Oturduğum çuval, nerdeyse zemine kadar inmiş. Çuvalın altında bir delik, üstünde de benim ağırlığım olduğu için, yol boyunca buğdaydan bir çizgi çizmişiz. Çuval aşağıya indikçe ben oturduğum yerde giderek rahatlamışım.
Bizden sonra minübüsle gelenler anlattılar. Yol boyunca köyden ilçeye kadar uzanan buğdaydan çizgi sabahın ilk ışıklarıyla kuştan bir çizgiye dönüşmüş...

Hiç yorum yok: