17 Haz 2008

Sokağa Çıkma !

Sokağa çıkma yasağı gece 12 de, sokaklardaki koşuşturmaca ise bir saat öncesinden başlıyordu. Herkes korku içinde hızlı hızlı hareket ediyor, adeta başını sokacak bir delik arıyordu. Bu saatten önce ortalıktan kaybolamazsan, başına neler geleceğini kimse bilemezdi, en iyi olasılık sıkı bir dayak yiyip geceyi nezarethanede geçirirdin.
Levent Tarhan liseden arkadaşım, son sınıftayız, neden bilmiyorum, belki Beyoğlu’nda birşey izledik, belki dolaştık ama gece onikiye çeyrek var, biz son treni kaçırmış durumdayız. Sirkeci Garının kapısında birbirimize bakıyoruz korkuyla. O gece Levent'lere gitmeyi planlamıştık, Levent’lerin ev Yeşilyurt’ta. Hiçbir yol yok, saat hızla 12 ye yaklaşıyor ve hızla yalnızlaşıyoruz.
Birden Levent’in aklına parlak bir fikir geliyor, dergiye sığınalım diyor, Gırgır’a. Levent, o sıralar çıkan Mikrop dergisinde çiziyor, Gırgır’da da çizmeye başlamış. Hızla tırmanıyoruz Cağaloğlu yokuşunu, nefes nefese giriyoruz dergiye, sanırım Günaydın Gazetesinin içinde.
Kapıdaki güvenliğe soruyor levent, servis saat 2'deymiş.
Rahatlıyoruz, çöküyoruz bir yerlere bekliyoruz uyuklaya uyuklaya. Herşey uykuyla mayalanıp birbirine karışıyor. Servise biniyoruz, saatlerce dolaşıyor servis, boş sokaklarda deli gibi gidiyoruz. Uyku uyanıklık arasında sıs sık minibüsümüzü askerlerin durdurduğunu anımsıyorum. Şoför "basın” diyor her seferinde ve izin belgesini gösteriyor. Sabaha doğru giriyoruz Levent’lerin eve, evde kimse yok.
Hemen uyuyoruz.
Sabah salonda uyanıyorum, bildiğim evlerden çok farklı. Kocaman bir salon, büyük mobilyalar duvarlarda tablolar ve müzik aletleri asılı, salonda büyük bir piyano da var. Levent'in babası ud sanatçısı, annesi ise ressammış.
Güzel bir kahvaltı hazırlıyoruz birlikte. Onun odasındayız, etraftaki her şey benim için farklı. Levent, sana Victor Jara dinleteyim diyor, onun plaklarını çıkarıyor, siyah-beyaz plak kapakları. Upuzun saçlı bir genç Victor, çocuklarla, gitarıyla. Ben daha önce hiç duymadım. Victor’un öyküsünü anlatıyor sonra, Şili’yi Allende’yi, stadyum cinayetlerini. Çok etkileniyorum. Victor’un sesi içime işliyor adeta.
Darbeciler Şili’de ya da bizde hep aynı...
Levent nerelerdesin?

14 Haz 2008

Am, Is, Are...

42 yaşında, am, is are ile ingilizce dil kursuna başlayınca, bu dili öğrenebilmek adına hayatım boyunca olan biten her şeyi anımsadım bir anda.
İlk ingilizce derslerim, ortaokula başladığım ilk yıl başlıyor; okulda öğretmen olmadığından dersler boş geçince, babam Halk Eğitim Müdürlüğünde ingilizce kursu açıyor. Hafta sonları oraya gidiyorum. 8-10 öğrenci var, genç bir abla veriyor dersleri, dev gibi bir salonda çalışıyoruz, ortada neredeyse benim boyumda silindir bir kömür sobası var. Sobanın etrafında toplanıyoruz, Muhittin abi, sık sık gelip ya kömür atıyor, ya da uzun bir şişle sobayı karıştırıyor, sobanın kapağını her açışında, keskin bir koku yayılıyor ortama, sonra kokuyu duymuyoruz. Bu kurs ne kadar sürüyor bilmiyorum ama sınıfın en çalışkanıyım.
Ortaokulda hiç ingilizce hocası olmuyor, sanırım son sınıfta bir süre Kemalettin Barlas geliyor derslere, arkadaşımın babası, ingilizce hocası sonuçta, fakat ingilizce adına bir şey olmuyor. Babam bana çok güveniyor, eğitimsiz kalıyor olmamdan dolayı kaygılı fakat yapabileceği bir şey de yok.
Ortaokul böylece Mr and Mrs Black ile bitiyor.
Lise için büyük bir sıçramayla, İstanbul'a, Yeşilköy'e, Yeşilköy 50. yıl Lisesine geliyorum. Bir çok şeyle aynı anda boğuşmak zorundayım. Muş Bulanık'tan, İstanbul Yeşilköy'e gelmişim. Ailemden ayrı, amcamlarda kalıyorum. Off of... İngilizce çok zor geliyor, herkesten çok gerideyim, daha doğrusu sıfırım. Bırakıyorum. Çünkü, Bulanık'ta okulu birincilikle bitirmeme rağmen diğer derslerde de çok geriyim ve yetişmeye çalışıyorum. Dersler bir yana, herkes çok başka, ben çok başkayım.
Öğretmen bana bir şey sorduğunda, Muş'tan geldim, hiç öğretmenim olmadı diyorum, tamam diyor, yapacak bir şey yok, bir şekilde geçiyorum sınıfı. Son sınıfta öğretmen değişince "Muş'tan geldim" hikayesi tutmuyor, geçemiyorum. Üniversite sınavını kazanıyorum fakat karnemde ingilizce zayıf. Yazın çalışıyorum güya ama boşuna, sözlü sınavında üniversite sonuç belgemi gösteriyorum, gözlerim doluyor. Öğretmenler Kurulu kararıyla geçiyorum.
Üniversitede ingilizce seçmeli bir ders. Seçiyorum tabi yeni bir başlangıç için. Haftada iki ya da üç saat ders var. Öğretmen yirmi yaşlarında bir kızcağız, içim eriyor ona baktıkça, sanırım herkesin eriyor. Derslere başladığı nokta benden çok ilerde, ingilizce olmuyor ama ben ona aşık oluyorum, bütün hafta onun hayaliyle İngilizce dersini beklemeye başlıyorum, durum çok umutsuz ve ben giderek daha mutsuz oluyorum. Sonra, sonra bir derste öğretmen isteyen çıkabilir diyor bu dersten, çıkıyorum.
Ve sonra geçen yıllar yıllar... Şimdi yeniden am, is are ile başlıyorum.
My name is Bozo.
Can I learn English ?