12 Nis 2010

Oynadığım Oyunlar 3 / GIT

Gıt, bahar aylarında misketle (çini de derdik) oynanan sevdiğim bir oyundu. Gıt, iki anlama gelir: hem oyunun adı hem de oyunda kazanılıp kaybedilen şeyin adı; bu şey bazen üç- dört santim boyunda kesilmiş kurşun kalem parçaları, bazen para bazen de misketin kendisi olabiliyordu.

Oyuna katılan herkes, başlangıç çizgisinden itibaren, bir doğru boyunca, birer metre aralıklarla gıtını toprağa diker. Tabi bu gıtlar eşit değerde olmalıdır, yani hepsi kalem veya misket veya para. İkinci aşama oyuna başlamak için sıralama yapmaktır, bunun için yapılan ön yarışmada, işaretlenmiş bir noktaya belli bir mesafeden herkes misketleriyle atış yapar, misketlerin bu noktaya yakınlıkları oyundaki sıralamayı belirler.

İlk oyuncunun, başlangıç çizgisinden itibaren aynı doğrultuda dizilmiş olan gıtlara atış atmasıyla oyun başlar. Atışta, misket baş ve işaret parmakları arasına kıstırılır, el avuç içi yukarıya gelecek şekilde toprağa değdirilir ve parmakların hareketiyle misket ileriye doğru fırlatılır. Atış sırasında el mutlaka yere değiyor olmalıdır, yukarıdan atış yapılamaz. İlk atışta ilk hedef birinci gıttır. Tabi birinci gıt ıskalanıp sonrakilerden birini devirmek olanaklı olduğu gibi, bir kaç gıtı birden devirmek de olanaklıdır. Birinci atıştan itibaren, atış yapan her kişinin misketi, nerede durursa orada bir gıt haline dönüşür, sonraki atıcı eğer bu misketlerden birini vurursa, o kişinin elde ettiği gıta veya gıtlara da sahip olur. Başlangıç atışını yapan son oyuncu eğer herhangi bir gıtı vurursa, atışlarına devam eder. Başlangıç atışlarından sonra, sıra yeniden birinci oyuncuya gelir, yerdeki bütün gıtlar bittiğinde ise oyun yeni gıtlar dikilerek devam eder.

Oyunda, iyi bir nişancı olmak, ilk atışta öndeki gıtı vurmak, son atıcı iseniz, atıştan sonra devam edebilmek için, mutlaka bir gıt devirmek, misketin duracağı yeri de iyi kontrol edebilmek önemliydi.

Çok gıt oynayan çocukların, parmak eklemleri toprakla temastan çatlak çatlak olurdu. İyi oyuncuların yüzlerce kalem gıtı olurdu ama bunlar yazı yazılamayacak kadar kısaydılar dolayısıyla da bir işe yaramazlardı. Para ile biraz daha büyük çocuklar oynarlardı. Dam başlarında, gıtların dikildiği yerler çukurlaşırdı. Yaz aylarında toprak çok sertleştiği için, gıt dikilemez, bu nedenle bu oyun oynanamazdı.

Oynayabildiğim zamanlarda hep sevdiğim, iyi kurgulanmış zevkli bir oyundu GIT, fakat bizimkiler açısından “kötü”, sokak çocuklarına göreydi, oynamama pek izin vermezlerdi. Gizlice, bizimkilerden birilerinin geçmediği yerlerde oynar, ellerim çatlamasın diye her atıştan sonra, tabancasının namlusuna üfleyen kovboy gibi, toprağa deyen parmak eklemlerime üflerdim.

23 Mar 2010

Kadının Her Hali, Sevgili Annem

aşk hali
Hafize, bugünkü Gürcistan sınırında, Ardahan’a bağlı Posof ilçesinin Caborya Köyü muhtarının on altı yaşındaki kızı, ilk okul mezunu, okuma yazma biliyor, cıvıl cıvıl bir köylü kızı. Evlerinin önünden, at üstünde, tozu dumana katarak geçen bir delikanlının gözüne takılıyor. Hafize de etkileniyor bu gözüpek delikanlıdan. Sonra, sıkça kesişmeye başlıyor, çekingen bakışları. Delikanlı, Cilavuz Köy Enstitüsü’nde okuyor, öğretmen çıkacak iki yıl sonra, babası “önce okulu bitir” dediyse de dinletemiyor sözünü.
Yıl 1946, savaş olmuş, savaş bitmiş, Caborya’da Hafize, nefesini ateşe çeviren yürek çırpıntılarının nedenini bile tam anlayamadan, gelin olup, kendisini o atın terkisinde buluyor.
Aşk mıydı bu? Büyük olasılıkla, ama çok hızlı ve çok kısaydı.

doğurma hali
On sekizinde geldi ilk çocuk, sonra da arkası hiç kesilmedi. Bereketli bir toprak gibiydi, her ateşli sevişme meyveye dönüşüyordu. İkişer yıl arayla tam dokuz kere doğurdu. Arada anımsadığı bir kaç tane de düşük var. Biri doğar doğmaz, biri dokuz aylık olmak üzere, iki çocuğunu toprağa verdi. Üç kız, dört erkek tam yedi tane sağlıklı çocuğu oldu. Hep “Allaha şükür dedi, ne güzel çocuklarım oldu.” “Tekne kazıntısı” dediği, sonuncu çocuğunu, beni, doğurduğunda, sadece 34 yaşındaydı.

hasret hali
Annem İkinci çocuğuna hamileyken, babam artık genç bir öğretmendi. Birlikte köy köy dolaşmaya başladılar. İki yıl sonra babamın askerliği geldi. Yedek subay olarak Edirne’ye yolladılar. Edirne neredeydi? Uzaktı, çok uzaktı, tam üç yıl, bitmek bilmedi, üç çocukla bekledi; üç yılda sadece iki kere 15’er günlük izine geldi babam. Hasreti yaşadı.

emekçi hali
Evimizin önünde kocaman bir bahçe vardı, annem bu bahçenin büyük bir bölümünde lahana yetiştirir, onları köylülere buğday karşılığı satardı. Bahçenin küçük bir bölümünde ise patates, soğan, mısır yetiştiridi. Hatta taze soğanlar çıktığında tepsiye dizip abimin eline tutuşturur, çarşıya satmaya yollardı. Neredeyse iki kümes dolusu, kaz, hindi, ördek ve tavuğu da vardı, onları kuluçkaya yatırır, çoğaltır, besler büyütürdü. Civcivlerin ağızlarına tek tek ilaç damlatır, hindi yavrularının popolarına sana yağı sürerdi; kendine ait yöntemler geliştirmişti, bazen anne bir hindinin arkasından seğirten ördek yavruları görürdük. Bizi yumurtasız, etsiz bırakmazdı. Hepsi annemin marifetiydi.
Babamın yaptıkları, bütün bunların yanında, ne kadar az ve basit kalıyordu: Artık Halk Eğitim Merkez Müdürü’ydü. Sabah 8 de dairesine gider, öğlen hep aynı saatte gelip yemeğini yer, saat 13.00 ajans haberlerini dinlerken biraz uyuklar sonra yine dairesinin yolunu tutardı. Akşam mesai sonrası memurlar kulübüne uğrar, hava karardığında çoğunlukla eve dönmüş olurdu. Babamın bahçeyle, lahanayla, soğanla ilgilendiğini hiç görmedim.

kahraman hali
Sabah erken saatlerde ve akşamları evin önünde baltayla odun yarardı. Dev kütükler, annem baltayı indirdi mi hemen ayrılırdı, bana “uzak dur, uzak dur” diye seslenirdi. Bazen gizlice ben de denerdim odun yarmayı, balta cılız bir iz bırakırdı kütükte ya da saplanır kalırdı, çıkaramazdım.
Kışın, bazen boyumdan büyük kar yağardı, sabah uyandığımızda, evin önünün, labirent gibi yürüme yollarıyla açılmış olduğunu görürdük. Bir yol kümese, bir yol çarşıya, bir yol tuvalete...Annem hayatımızın kahramanıydı.

hasta hali
Orta okuldaydım sanırım, bir gün eve geldiğimde annemi yatakta buldum, ablam baş ucunda sessizce oturuyordu. Çok korktum, öleceğini sandım, hızla odadan çıkıp ağlamaya başladım. Onu daha önce hiç yatarken görmemiştim. Hiç hasta olmazdı, ya da kimseye hissettirmezdi.

öğretmen hali
Alfabe kitabındaki resimlere kendince komik komik isimler takmıştı, çok eğleniyordum, daha okula başlamadan, okuma yazmayı kısa zamanda öğretti bana. Evde, babamın her türlü zorlamasına rağmen, okumaya karşı benden başka ilgisi olan yoktu; her karne döneminde annem, babamın öfkesini yatıştırmak, ortamı düzeltmek zorundaydı.

sevgi hali
Çocuklarını öyle çığlık çığlığa seven kadınlardan değildi, sevgisini dışarıya karşı çok göstermezdi. Tekne kazıntısı olarak, her ortamda annemin kucağına gömülür, dizine yatardım, annem başımı okşardı, ondan bana akan sevgiyi duyumsardım.

kıskanç hali
Babamın eve gelmediği gece anımsamıyorum ama, annemin sinirli sinirli dolaşarak, babamı beklediği, geldiğinde ise öfkeyle sorular sorduğu zamanlar olurdu. Babamın kırklı yaşları, annemin kulağına dedikodular geliyor olmalı, erkeklerinin sıkça ziyaretler yaptığı bir yerde görülmüş, asla görülmemesi gereken bir yerde...

güzellik hali
Kolunda küçük bir bohçayla dolaşan bir kadın, ayda bir uğrardı evimize. Annemin iple yüzündeki tüyleri alırdı, kıpkırmızı olurdu yanakları, gözlerinden yaşlar gelirdi. Kadın annemin yüzüne doğru ağzında iple yaklaşıp uzaklaşırdı. Çeşit çeşit kremler sürerdi sonra. Bazen açık saçık şeyler anlatırdı, “Hoca seni bu gece çok beğenecek” derdi.

cilve hali
Sanırım ilk okulun ortalarına kadar annemlerin odasında uyudum. Onlar karyolada yatarlardı bense yere serilmiş bir yatakta, genellikle onlardan önce uyumuş olurdum. Bazen olup bitenleri değerlendiren konuşmalarıyla uyanırdım, bazen de farklı bir tonda seslerini duyardım. Birlikte olmak onlar için, gecenin bir vakti ya da sabaha doğru uyanıp su ısıtmak, banyo etmek demekti. Bazı sabahlarda, annemin parlayan cildinde aşk ve şehvetin izlerini görürdüm.

meydan okuma hali
Ortanca abim, öğretmen okulundan sene sonunda berbat bir karne alınca, eve gelmektense tanıdıklardan borç para alıp İstanbul’a kaçmıştı. Evimizde cenaze vardı sanki herkes ağlıyordu. Babam, öfkeli bir şekilde, “o bu eve bir daha ayak basamaz” gibi bir şeyler söylüyordu. Annem, gözlerinden boşalan yaşlarla “Hiç boşuna öyle konuşma, tabi ki de gelecek bu eve. Bir şey yapacaksan git bul ve getir çocuğu buraya.” diye adeta haykırdı.

acı hali
Kalp ameliyatı sonrası, babamın yoğun bakımdan çıkmasını beklerken gördüm yüzünde acıyı. Asla hastaneyi terk etmedi, bir hafta boyunca onu oradan koparamadık. Yüzünde bazen umut, bazen umutsuzlukla karışık hep bir acı duygusu vardı. Babama bir şey olursa annem nasıl ayakta kalır diye düşünüyordum.

Tek başına olma hali
42 yıllık eşini beklenmedik bir şekilde kaybettiğinde, hiç de düşündüğüm gibi olmadı. Annem bir kahraman olmaya devam etti. Yıkılmadı, tam tersine, sanki üzerinden bir gölge kalkmış gibiydi, bütün kontrolleri eline aldı, kendi evini çekip çevirdiği gibi, çocuklarının, torunlarının aklı olmayı da sürdürdü. Kararlı duruşu, hepimizi çok etkiledi.

korku hali
Korkuyu ilk kez, depremden sonra gördüm yüzünde. 10 yıldır yalnız yattığı yatağında fena yakalanmıştı sarsıntıya. Güçlükle inebilmişti, yıkılmış merdivenlerden. Korkmuştu. Bir daha da yalnız kalamadı evinde.

yaşlılık hali
Annem, kadınlığın her halini yaşadı, artık 80 yaşında. Son çocuğunu, beni doğuralı 45 yıl geçti. Hiçbir zaman konuşkan bir kadın olmadı ama artık neredeyse hiç konuşmuyor. Neler düşünüyor bilmiyorum ama aklı ve gönlü kıpır kıpır, bunu biliyorum. Ona 3G teknolojisini anlatıyorum, dikkatle dinliyor, “bizim telefona olmaz mı?” diye soruyor. Uzun ömürler dilerim anneciğim.