24 Mar 2008

Sıradayağı

İlk ve ortaokul yıllarımda, hemen hemen bütün öğretmenler dayak atardı; hem bir öğretmen çocuğu, hem de başarılı ve derli toplu bir öğrenci olduğumdan ben pek dayak yemedim ama. İlk okulda sınıfın en başarılı öğrencisiydim. Öğretmenim Abdurrahman Okuyucu idi, sınıf dolabının anahtarını bile verirdi bana. Hep sevgiyle davranırdı.
Ortaokula daha yeni başlamıştım ki ilk dayağımı matematik öğretmeni Mustafa Akbal’dan yedim. Saçma bir nedenle. Sanırım sıranın üzerine tükenmez kalemle ya adımı ya da numaramı yazmıştım. Okul kurallarına her zaman uygun davranan bir öğrenci olduğum için sadece bir uyarı yeterdi benim için oysa. Yaptığımın farkında bile değildim aslında, belki de ilkokulda örtü kullanıldığı için, sıraya yazı yazmanın kötü bir şey olduğunu kimse söylememişti bana. Kulağımı çekip bir de tokat attı, kendimi çok kötü hissettim. Matematik benim en sevdiğim dersti, Mustafa Akbal’ın çok pişman olacağını ve bu yaptığından dolayı çok utanacağını düşünüyordum.
Birden yüze kadar olan sayıların toplamını kim yapabilir, yapana 100 vereceğim dediğinde, tek başıma tahtaya kalkıp Gaus yöntemiyle hesaplamayı yapınca, intikamımı almış olduğumu düşündüm. Bana kalırsa çok utanmıştı.
İkinci dayağımı ise o sıralar bizim dersimize bile girmeyen fen öğretmeni Ziya Arslan’dan yedim. Nedenini bile anlayamadım. Dersimiz boştu, sınıfa elinde bir sopayla girdi ve hepimizin önce parmaklarını bir araya toplatıp tırnak uçlarına, sonra da avuç içlerimize acımasızca vurdu. Gözlerimden yaş geldi. Sıradayağı idi bunun adı (ben ilkokul üçüncü sınıfa kadar bu dayağı sıradan koparılan bir tahtayla atılan dayak sanırdım), bence çok daha aşağılayıcı ve acı vericiydi.
Ziya Arslan dev gibi bir adamdı, onu gördüğümde hep korktum. Matematik öğretmenimin yaptığından çok pişman olduğundan emindim ama Ziya Arslan’ın azıcık bile olsa pişmanlık duyduğunu sanmıyorum.
Bunca yıl sonra, her şey çok taze benim için hala, acısı geçmek bilmedi bir türlü...

15 Mar 2008

Sabah Sigarası

Dudaklarım ilk kez bir kızın dudaklarına değdiğinde, bir an nasıl soluk alacağımı bilememiş, soluksuz kalmış, sonra yeniden soluk aldığımda ise bir garip olmuştum, katılmıştım sanki. Bu, o zamana kadar yaşadığım en güzel şeydi, fakat, o dudaklar aralanıp da dilim ateşli bir ıslaklıkta dolaştığında yaşadığım en güzel şeyin asıl bu olduğunu anladım.
17 yaşındaydım. O cesur davranmasaydı, ben asla cesaret edemezdim böyle bir şeye. Daha bir hafta olmuştu tanışalı, el ele orda burda dolaşıp duruyorduk, “çıkıyorduk” işte, saçlarına, yüzüne dokunuyor, beline sarılıyordum bazen. Kafede karşılıklı oturduğumuzda ayaklarını bana kadar uzatıp heyecanlandırıyordu beni.
Geceleri bol yıldızlı bir gökyüzü, gündüzleri ise üst üste kondurulmuş kutucuklar gibi görünen bir tepeye bakıyordu oturduğu ev. Kapısı sokağa açılan, müstakil bir öğrenci eviydi. Yurtta kaldığım için, öğrenci evi özgürlük demekti benim için. Her şeyi olduğu gibi o yıllarda, yurdu da bir asker, emekli bir albay yönetiyordu, belli bir saatte dönmek zorundaydık, her akşam imza atmak, yatağımızı askeri nizama uygun toplamak zorundaydık filan.
Bir akşam, “kal burada” diyor. İçim eriyor. Yerime imza atar mı arkadaşlar diye düşünüyorum, kaygılıyım ama tamam diyorum. Kalıyorum. Soba bir türlü ısıtamıyor minicik odayı, her yerden rüzgar giriyor sanki içeriye. Battaniyelerle oturuyoruz. Yatma vakti geldiğinde, arkadaşı öbür odaya çekiliyor. Her şey birden bire oluyor sanki, üşüyor, üşüyoruz… Yorganın altına giriyoruz. Giysilerimiz üzerimizde. Nefeslerimiz iç içe. İşte dudaklarım o anda dokunuyor ilk kez bir kızın dudaklarına. “Sen daha önce öpüşmemişsin” diyor. Doğru öpüşmedim. “Bak işte böyle” diyor. Evet öyle. İkimizi de ateş basıyor. Elimden tutup dolaştırıyor beni.
İlk aç sigaramı orada içiyorum, sabaha doğru. Sonra yıllarca hep içiyorum, o sabahta.
Bornova’da üniversite kampüsüne gitmek için otobüs beklerken birden uyandım sanki ve yaşadıklarımı o anda algıladım. Öylece kaldım, kıpırdarsam, hayata karışırsam bu duygu bitecekti sanki, kaç otobüs geldi gitti bilmiyorum… herşeyi yeniden çoğalttım ve sonunda boşverip otobüsü yürüdüm gittim.