13 Oca 2009

Yeni Sadık Bey Oteli

İzmir'e ilk kez babamla birlikte geldim. Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Fakültesi, Felsefe Bölümünü kazanmıştım. Sanırım babam da ilk kez geliyordu. Fakat, her şey bir anda olup bittiği için İzmir'den bu ilk gelişimde hiçbir şey anlamadım. Sabah, Bornova'da otobüsten inip fakülteye gittik, kayıt yaptırdık ve akşam döndük.
İzmir benim için ikinci gelişimde, Yeni Sadık Bey Otelinde başladı. Yurt'a kabul edilip edilmediğim belli olmadığı için, İzmir'deki ilk üç gecemi bu otelde geçirdim. Basmane Garı'na çapraz köşeden bakan üç katlı eski bir binaydı. İkinci katında tek kişilik bir odada kaldım. Sabah, karşıdaki gardan trene binip okula kadar gidebiliyordum. Okul bitince yine trenle dönüyordum otelime. Yurda giremeyen öğrenciler değişik otellere dağılmışlardı fakat kimseyi tanımıyordum. Akşama kadar Basmane çevresinde, Konak'ta, Kemeraltı'nda aylak aylak dolaşıyor, akşam saatinde yine otel çevresine dönüyor her akşam başka bir lokantada yemek yiyordum. Akşamları, belki bir yalnız olma tedirginliğinden dışarıda pek dolaşmıyordum, otelin lobisinde oturup televizyon izliyordum.
Yurda kabul edilenler listesinde adım çıkınca Yeni Sadık Bey Otelinden hemen ayrılıp yurda yerleştim. İzmir'e karıştım bir anlamda. 1981 yılıydı 17 yaşındaydım.
4 yıl sonra, 1985 yılında kalacak bir yer gerektiğinde kendimi hemen Yeni Sadık Bey Oteli'nin kapısında buldum. 5 ay tutuklu kaldıktan sonra cezaevinden yeni çıkmıştım, Otel aynı ama ben çok farklıydım dört yıl öncesinden, artık İzmir benim kentimdi. Evine gidebileceğim bir çok arkadaşım vardı fakat izlendiğimi düşünüyordum ve kimsenin başını yakmamak için yani o zamanki deyimle 'konspirasyon' gereği kimseye gidemiyordum. Yeni bir başlangıç için, Yeni Sadık Bey oteli geçici bir duraktı bana; tanıdıkdı, ama nedense derin bir hüzün veriyordu.
İki gün sonra dayanamayıp bir dostumu aradım. "Hadi gel!" dedi. Gittim.

7 Oca 2009

Özür Diliyorum

Muş’un Bulanık ilçesinde doğdum. Ailem ben doğmadan iki yıl önce taşınmıştı bu ilçeye. Bütün çocukluğumun geçtiği mahallemizde Türkçe'den başka bir dil konuşan kimse yoktu. Mahallemizin dışında, çarşıda ve Teygut köyüne amcamlara gittiğimde farklı bir dil olarak Kürtçe, çok sık olmamakla birlikte bazen de çarşıda birilerinin Arapça konuştuğunu duyardım.
Ermenice konuşan hiç kimseye rastlamadım. Ama hem Bulanık'ta, hem sık gittiğimiz Teygut köyünde Ermeni Mezarlığı vardı, üstünden geçip giderdik.
Özür diliyorum !
Ermeni sözcüğü, hemen herkesin kullandığı, anlamını bilmediğim bir küfürdü, ablamlar, annem birine kızıp bağırdıklarında “Ermeni” derlerdi. Bana da çok dendi. Ben de çok dedim.
Özür diliyorum !
Ortaokulda öğrendim ancak, Ermeni’lerin de, Türk gibi, Kürt gibi bir çeşit insan olduğunu ve tabi bizi asıp kestiklerini, arkadan vurduklarını, en büyük düşmanımız olduklarını. Fakat soyut bir düşmandı bunlar, yoktular çünkü. Sormadım “neredeler?” diye.
Özür diliyorum !
Doğduğum ilçe yani Bulanık’ın bir adı daha vardı: Kop. (Gop diye söylenirdi, Bulanık'tan daha yaygın olarak kullanılırdı, hatta ilçe futbol takımının adı Kopspor’du.) Kop acaba Ermenice bir ad mıydı?

Ya amcamların köyü: Teygut; komşu köy: Odunçor, onun yanında Kotali, onun yanında Abri... Bunlar aklımda kalanlar... Tabi bunların sonradan konulmuş çiçekli böcekli adları da vardı: Balotu, Yoncalı, Gülçimen vb. Bu adlar Ermenice mi? Kürtçe mi?
Bolca mezarlıkları olduğuna göre bu topraklarda bizden önce onlar da yaşamış olmalılar. Şimdi yoklar. Sormadım “neredeler?” diye.
Özür diliyorum !
Doğup büyüdüğüm topraklarda hiç Ermeni görmedim. Üniversite sınavına, İstanbulda bir Ermeni İlkokulunda gireceğimi duyunca, sınıf arkadaşım , solcu olduğum için sanırım, “eh tam sana göre yer çıkmış” dedi. Yanıt veremedim.
Özür diliyorum !
Üniversitede yıllarımda ilk kez bir Ermeni arkadaşım oldu, üstelik bir süre ev arkadaşlığı yaptık, aynı siyasi görüşlere sahiptik. Onunla ilişkimizde bütün filtrelerimizi kaldırabildik mi bilmiyorum. Bir gün gözleri dolarak, Ermeni olduğu için, askerlikle ilgili yaşadığı sıkıntıları anlatmıştı. Mesele, gelecek güzel günler, sosyalizm filandı ama Sarkis, şimdi ve gerçekti.
Özür diliyorum !
Liseli oğlumla birlikte, televizyonda tartışma programlarında tanıdık Hrant’ın duygu dolu sesini. “Tek doğru düzgün konuşan o” demişti bir kere oğlum. Sonra Hrant’ın haberini vermek zorunda kaldım oğluma. Dondu kaldı çocuk.
Özür diliyorum !

Oynadığım Oyunlar 2 / Domino

7 tane 3-4 cm genişliğinde yassı taş ve tenis topu büyüklüğünde sünger bir topla oynardık dominoyu. Bazen iki kişi de oynardık fakat beş altı kişiyle daha zevkli olurdu. Önce kurayla bir kişi ebe seçilirdi. Ebe bu yedi taşı üst üste kule şeklinde dizer ve kuleden on metre ileriye bir atış çizgisi oluştururdu.
Ebe kulenin başına geçer diğer oyuncular ise atış çizgisinden topla kuleyi yıkmak amacıyla atış yaparlardı. Her oyuncu bir atış yapar kale yıkılmazsa atış sırası sonraki oyuncuya geçerdi.
Bir oyuncu eğer kaleyi yıkarsa, ebe, topu kapana kadar bütün oyuncular merkezden kaçarlardı ve ebe topu tuttuğu anda istop derdi ve topla donup kalmış oyuncuları vurmaya çalışırdı. Eğer bir oyuncuyu vurabilirse ebe o olurdu vuramazsa ebe topu alıp gelene kadar oyuncular kuleyi yeniden kurmaya çalışırdı eğer kuleyi ebe dönmeden kurabilirlerse “DOMİNO” diye bağırırlar ve ebe aynı kalır, oyun devam ederdi.
Kızların da sevdiği, şiddet içermeyen ender oyunlardan biriydi. Belki de bu nedenlerle çok sık oynanamazdı. Hem oyun oynayacak kız hem de sünger top bulmak çok zordu. Üstelik arazi koşulları nedeniyle top çok sık kaybolurdu, bu nedenle kimse kendi topuyla oynansın istemezdi.
Sadece bir kaç kere çok keyif alarak oynadığımı anımsıyorum.