10 Oca 2008

Cami

Cami ile ilişkim ortaokul yıllarımda başladı ve bitti.
Ramazanın yaz aylarına rastladığı yıllar olmalı, ben de teravi namazına gitmeye heveslenmiştim. İftardan sonra babamın arkasından mahallenin çocuklarıyla birlikte biz de yola koyulurduk. Yol boyunca çok eğlenirdik, camiye vardığımızda, şadırvanda, büyük bir keyifle, suyla oynaya oynaya alırdık abdestimizi. Biz de büyürdük böylece. Namazı kıldıktan sonra, yine güle oynaya mahalleye dönerdik. Bir oyundu bizim için teravi namazı, çevremizdeki kimi büyükler tarafından onore edilmemiz de cabası.
Sadece bayram, teravi ve cenaze namazları için camiye giden babamın bu konuda her hangi bir yorumunu anımsamıyorum.
Camiye, teravi namazına gittiğim bu dönemler, aynı zamanda Tanrının varlığını da sorguladığım dönemlerdi. Bir sonuca ulaşamıyordum ama epeyce kuşkuluydum Tanrı hakkında. Ara sıra oruç da tutuyordum, fakat dinsel ritüelleri yerine getirirken kendime karşı oldukça hoşgörülü davranıyordum. Örneğin, ağzımı çalkalarken sık sık su kaçırıyordum boğazımdan, abdest alırken bazen dua filan okumayıveriyordum, bazen abdesti bozan bir gaz kaçırma durumunu “minikti” diyerek geçiştiriyordum, üstelik bir şey de olmuyordu. Bir şey olmadıkça, giderek ben de abartmaya başladım. Boğazımdan su kaçıra kaçıra sonunda suları içivermeye başladım, bir iki kere abdesti almayı unutarak kıldım namazı, yine birşey olmadı, sonrası koptu artık, hiç dua okumadan kılınan namaz, şarkılı türkülü namaz...
Çocukluk işte...
Bütün bu yaptıklarımdan sonra bir daha camiye gitmeye yüzüm tutmadı.
Hala da gidemedim.