24 Eyl 2007

Akasyanın Üstünde

Evimizin önünde büyükçe bir akasya ağacı vardı. Yaz ayları çok kurak geçtiğinden her yer gri bir sarıya keserdi adeta, öğleden sonraları çıkan rüzgar ise tozu dumana katardı, gözünü bile açamazdı insan. Oyun oynamak filan olanaksızdı, zaten oynayacak kimse de olmazdı ortalıkta. İlkokul yıllarımda günümün çoğunu bu akasya ağacının tepesinde geçirirdim. Oturduğum çatala evden esrarengiz bir şekilde kaybolan bir minder bile yerleştirmiştim.
Dalıma tüneyince etrafı seyreder, türlü hayallere dalar, kitap okur, cebime doldurduğum minik taşları sapanla sağa sola atardım. Bir çivinin ucunu kıvırarak çengel yapmıştım, bunu bir ipin ucunda aşağı sarkıtır, yerdeki nesneleri avlayıp yukarıya çekerdim. Bunu yapabilmek için ağaca çıkmadan önce yere bir takım avlar yerleştiridim.
Bu benim için saatlerce süren bir oyun demekti. Yakalama işinde de iyice ustalaşmıştım. Ortaokuldayken, tuvalet çukuruna düşen zavallı bir civcivi, herkes acıyarak seyrederken, kurduğum asansör sistemiyle hızla yukarıya çıkarmış ve annemlerin büyük taktirini kazanmıştım.
Yıllar sonra üç yaşındaki oğlum, oyuncak arabasını terastan iki kat aşağıdaki binanın çatısına düşürdüğünde, çengelli günlerim yine yardımıma koşmuştu. Hemen sekizlik bir çivi bulup keser ve pense yardımıyla ucunu kıvırarak çengel haline getirdim, ipin her türlüsü zaten bulunur bende, 10 dakika içinde oğlumun oyuncak arabası çengelin ucunda yukarıya yükseliyordu.
Arabayı çengelin ucunda gördüğünde oğlumun gülen gözleri ve baba olmak duygusu çok ama çok güzeldi...

Hiç yorum yok: