8 Eki 2007

Edebiyat Öğretmenim Vildan Hanım

Yeşilköy 50. Yıl Lisesi'nde okurken, köyüme duyduğum özlemle küçük küçük hikayeler yazmaya başlamıştım. Edebiyat dersim de fena değildi, genelde ortalamanın üstünde notlar alırdım. Edebiyat hocam Vildan hanım da severdi beni. Aslında çok başarılı bir ortaokul dönemi geçirdiğim için, (6 tane taktirname almıştım, babam ilk üç tanesini çerçevelettirmişti) lise notlarım düşük bile sayılırdı. Sonuçta Muş'un süper öğrencisi olarak, Yeşilköy'de ancak zayıfsız geçebiliyordum. Sessiz sedasız bir öğrenciydim. Özlem doluydum. Dokunsalar ağlayacak bir haldeydim.
Neyse yazdığım hikayeler köy hikayeleriydi. Reşolar Sılolar filan... Biraz Fakir Baykurt, biraz Yılmaz Güney...Biraz solcu... Birgün, beğendiğim iki tanesini okuması için Vildan Hanıma verdim. Ondan sonra ne diyecek diye merak içinde beklemeye başladım. Bir hafta sonra filan koridorda durdurdu beni, çantasından hikayelerimi çıkardı. Ve "Yavrum çok uğraşmışsın ama bak kendine dikkat et, ortalık çok karışık, sen sevdiğim bir öğrencisin, ben sana söyleyeyim böyle gidersen sonun belli sen anarşist olursun. Benden söylemesi, al bunları, dikkat et..."
Kıpkırmızı oldum. Yakalanmıştım sanki.
"Tamam hocam dedim, bir daha yazmam..."
Bir daha köyle ilgili ya da köyde geçen hiçbir şey yazmadım.

Hiç yorum yok: