3 Tem 2008

Aşk Mektubu

Lise ikinci sınıfın başlarında aldım o tutkulu mektubu. Bulanık Postanesinde damgalanmış, adımın altında Yeşilköy 50.Yıl Lisesi, İstanbul yazıyor. Hey yavrum hey tutkulu olmasa, nasıl gelip bulacak beni, 32 saatlik yoldan, çarpık bir yazıyla yazılmış yarım yamalak adresiyle geliyor. Müdür yardımcısı nöbetçi öğrenciyle çağırttırıp beni, tutuşturuyor elime mektubu.
Kimden geldiği yazmıyor zarfta, hemen açıp bir solukta okuyorum, çarpılıyorum.
Seni ilk gördüğüm andan beri deli gibi seviyorum diyor. Kimsin sen? Hemen mektubun sonuna bakıyorum. Seni canından çok seven ve sonsuza kadar sevecek olan Melek. Melek, komşumuzun iki kızından biri, Çetin’in kardeşi. Çetin benim arkadaşım, yaz tatilinde Bulanık’taydım. Senin de beni sevdiğini biliyorum diyor. Nasıl yani? Melek görüntüleri getiriyorum gözlerimin önüne, pespembe yanakları var, sapsarı saçlı bir kız. Çetin’le beraber bir iki kere onların bostanlarına gitmiştim. Aklımın ucundan geçmedi Melek, sade Melek mi kimse yok aklımda benim o yaz. Ah o Çetin, yok mu? hep bizi o bozdu, ama kimse bizi birbirimizden ayıramaz. Kendimi salak gibi hissediyorum. Sahi ya ben bir salağım. Melek ya evet, gel sana mısır koparalım diye benimle yalnız kalma fırsatı yaratmıştın, hatta kolumdan bile tutmuştun, galiba heyecanlıydın, ya ben, ben salak, anlamadım, hemen sonra da Çetin geldi. Seni her zaman bekleyeceğim. Aşkım benim!
Yeşilköy tren istasyonuna yürüyorum, kendimi berbat hissediyorum, nasıl habersiz kaldım bu kadar? Öyle çaresizim ki, seslensem duyuramam, mektup yazamam, gidemem. Bekle beni aşkım! Kimse bana aşkım demedi, hemen yanına uçmak istiyorum. Hayır, hayır, Çetin filan bizi bozamaz diyerek sana sarılmak, mısırların arasında iki kolundan tutup kendime çekmek, dudaklarından öpmek istiyorum.
Melek’i bir daha hiç görmedim!

Hiç yorum yok: